Murat Meriç, Türkiye’de ROCK: Kısa bir tarihçe denemesi…
Türkiye’de rock tarihini küçük bir yazıya sığdırmak elbette mümkün değil, zira derin bir tarih bu. Yaklaşık 65 yıl önce temeli atılan bu tür, bugün ana arterde ve sadece onu yaratan, bugüne getiren isimleri saymaya kalksam bile bana ayrılan yere sığamam. Onun için, pek çok ismi göz ardı etmek suretiyle bir hatırlatma yazısı yazmak istedim. Küçük ve hızlı bir özet bu. Unuttuklarım varsa, bundan.
Şu bir gerçek, Türkiye’de rock, her on yılda bir ivme kazanıyor. 1955 sonrasında memleketin Rock’n’Roll ile tanışmasından itibaren neredeyse sonu beşle biten yıllara ve sonrasına tekabül ediyor bu. Hafıza tazeleyeyim; Rock’n’Roll’un bu topraklara girişi neredeyse bütün dünyayla aynı anda. Bu türü memlekete getiren enteresandır. Deniz Harp Okulu bünyesinde kurulan orkestra. Durul Gence ve Erkut Taçkın’ın da aralarında olduğu genç denizciler kolaylıkla yurt dışına çıkabildikleri için bu türden hızla haberdar oluyor ve onu icra etmek üzere yan yana geliyor. Okul dışında çalmaları yasak olduğu için kendilerine yeni bir isim buluyorlar. Somer Soyata ve Arkadaşları adıyla popüler oluyorlar. Sonrası, onlardan etkilenen gençlerin adımları…
Erkin Koray, Alman Lisesi’nde eline gitarı alan, Deniz Harp Okulu Orkestrası’nın ardından sahneye çıkan hevesli isimlerden. Barış Manço, onunla aynı dönemde Galatasaray Lisesi’nde müziğe başlarken, Cem Karaca, Bakırköy’den verdiği sesle kervana katılıyor. Gökçen Kaynatan, Selçuk Alagöz, Cahit Oben gibi isimler, yanlarına gençleri alarak yollarına devam ederken ilerleyen yıllarda filizlenecek rock ortamının tohumlarını atıyorlar aslında; sonrasında Silüetleri oluşturacak Mesut Aytunca ve arkadaşları, Kaynatan’ın orkestrasında çalışırken, Moğollar’ın temelini atacak Cahit Berkay ve Engin Yörükoğlu, Alagöz’ün orkestrasında yan yana geliyor. Cahit Oben’in orkestrasından çıkan isim ise Fikret Kızılok. Bu isimler, rock’n’roll’un memlekete girmesinden yaklaşık on yıl sonra, 1965 yılında ilki düzenlenen Altın Mikrofon Armağanı Yarışması’nda sahneye çıktıklarında, bir sonraki “hızlı” dönemin başlama vuruşunu yapıyorlar. Haramiler’den Mavi Işıklar’a pek çok toplulukla tanıştığımız yer, bu yarışma. Onları Anadolu ile buluşturan organizasyon da bu. Bir turne yarışması aslında, Ekipler İstanbul’dan yola çıkıyor, Türkiye’nin dört yanını dolanıyor ve birinci, seyircilerin verdiği oylarla belirleniyor. İstanbul dışındakiler bu vesileyle Batı müziğiyle tanışırken oraya giden müzisyen gençler memleket gerçekleriyle yüz yüze geliyor. Karşılıklı bir etkileşim söz konusu burada.
1964 yılında yayımlanan Tülay German plağı “Burçak Tarlası” bu anlamda bir milat. Yarışmanın önünü açıyor ve İstanbul’lu gençlerin yüzlerini, kulaklarını memlekete dönmesine sebep oluyor. Bu (sonradan adı Moğollar tarafından konulacak) Anadolu pop’un ilk kıvılcımı. Ateşi harlayan, altın mikrofon, 70’li yılların ortalarına kadar etkisini sürdürecek bu türdeki en büyük kırılma noktası ise Moğollar’ın “Dağ ve Çocuk” başlıklı plağı. Topluluk, “türkü tadında” besteleriyle yeni bir hat açıyor ve bu hattı, yaptıkları enstrümantal plakla destekliyor. Bu aynı zamanda memleket sınırları dışına atılmış ilk büyük adım. Plak, Fransa’da büyük ilgi görüyor ve Charles Cross akademisinin büyük ödülünü (Jimi Hendrix, Pink Floyd gibi isimlerle aynı dönemde) alıyor.
70’li yıllar (adına o yıllarda “Türkçe sözlü hafif Batı müziği” denilen) pop’un piyasayı ele geçirdiği yıllar. Bir önceki dönemde Anadolu pop’un alternatifi olan aranjmanlar tüm hızıyla ilerlerken, Anadolu pop, biraz da dönemin siyasi ikliminin etkisiyle, politik bir hatta giriyor. Edip Akbayram’dan Selda Bağcan’a, Cem Karaca’dan Fikret Kızılok’a uzanan isimler, bu dönemde yaptıkları çalışmalarla halkın sesini 58 vizyon | mart 2020 çoğaltıyor, kitleleri konser salonlarında bir araya getiriyor ya da şarkıları, kitlelerin isyanını haykırdığı mitinglerde çalınıyor. Barış Manço, özellikle bu yılların ikinci yarısında yaptığı şarkılarla, rock’ı yeniden ana artere çıkartıyor ve kendi deyimiyle 7’den 77’ye herkese dinletiyor. Bu yılları anarken unutmamamız gereken isim Tünay Akdeniz, Karabük’ten gelen sanatçı, kurduğu topluluk Çığrışım’la birlikte “punk rock” olarak tanımladıkları türde ürünler veriyor. Bu, sonrasında pek çok topluluğu etkileyecek bir ilk adım.
Sonraki yıllar biraz karanlık… 1980 yılının 12 Eylül günü yapılan darbe, müzik dahil her şeyi etkiliyor. Karanlığı yıkan yine rock oluyor ama: Hardal, Kramp, Devil, Ra, Aqua gibi topluluklar küçük salonlarda verdikleri konserleri kitleselleştirirken, iki topluluk, Bulutsuzluk Özlemi ve Mozaik, bu yıllarda yaptıkları işlerle rock hattına yeni soluk getiriyor ve o yıllarda yaşanan tartışmaya son noktayı koyuyor. Uğruna paneller düzenlenen bir tartışma bu: Türkçe sözlü rock olur mu? Dr. Skull’dan Pentgram’a İngilizce sözlü külliyatlarıyla dikkat çeken topluluklar şahane işler yapıyor ama bunun tartışılması tuhaf. Bu soruyu soranların, yukarıda saydığım isimleri ve büyük (ve başta söylediğim gibi derin) bir tarihi unutması, darbeyle alakalı. Şunun altını çizmekte fayda var: Darbe sonrası da geçmiş silindi, her şey unutuldu, unutturuldu. O günleri aydınlatan toplulukların işi bu anlamda büyüktür.
1984 yılında piyasaya çıkan Mazhar Fuat Özkan albümü “Ele Güne Karşı Yapayalnız”, bu yıllar için bir başka kırılma noktası, yapımcıların ilgisini bu türe yönelten çalışma. Sonrası art arda yayımlanan kasetler, düzenlenen konserler… Bu dönemde bu konserleri izleyerek yetişen gençler, 90’lı yıllar ve sonrasında yaşanan büyük patlamanın yaratıcıları. Mor ve Ötesi’nden Duman’a, tek albümle bütün bir dönemi etkileyen Kumdan Kaleler’ den Nekropsi’ye, Replikas’tan Athena’ya uzanan topluluklar ve Özlem Tekin, Şebnem Ferah, Teoman gibi isimler, 2000’li yıllara doğru ilerlerken bu hattı besleyen, büyüten, zenginleştirenler olarak tarihe geçiyor, dünden yarına bir köprü kuruyor. 1993 yılında sahaya dönmeye karar veren Moğollar’ın yarattığı yeni heyecanı da bu bahiste anmak elzem. Köprünün harcı, onların dokunuşuyla sağlam karılıyor.
2000’li yıllar ve sonrası, rock’ta yenilenmenin, gençleşmenin yaşandığı dönem. Art arda ortaya çıkan pek çok topluluk ve sanatçı, bu türe gençlik aşısı yaptı. Başta Aylin Aslım ve Hayko Cepkin, Rashit’ten Manga’ya uzanan topluluklarla birlikte bu dönemi güzelleştiren isimler. Bu yıllar, aynı zamanda kitleleri buluşturan festivallerle tanıştığımız dönem. H2000’den Rock’n’Coke’a uzanan bu festivaller arasında Barışa Rock’ı ayrı bir yere koymamız gerekiyor. Sadece müzik değil, memleket ahvalini de dert edinen insanların buluşma noktası bu ve Zeytinli Rock Festivali’nin de önünü açan hamle.
Kimi platformlarda “3. Yeniler” olarak anılan şarkıcı ve topluluklar, yakın dönemi bereketli geçirmemizi sağlayanlar… Bilinen türlerin dışında işler yapan, ezber bozan isimler bunlar. Memleket dışında da büyük başarı kazanan Gaye Su Akyol, Anima’dan bu yana sağlam adımlar atan, rock ve pop arasında gidip gelen Ceylan Ertem, elinde gitarıyla sahneyi dolduran ve samimiyetiyle kalbimizi çalan Kalben, Güney Marlen gibi isimler, bu yılları hayırla anmamıza sebep. Mabel Matiz’ den Deniz Tekin’e, MySpace, YouTube gibi platformlar üzerinden kendini tanıtan pek çok isim var. Can Kazaz’dan Jakuzi’ye, Melek Mosso’dan Ekin Beril’e, Melike Şahin’den Sedef Sebüktekin’e, Damla Eker’den Can Ozan’a uzanan bu isimler, geleceği sağlam temeller üzerine yerleştiriyor. Pinhâni, Büyük Ev Ablukada, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Yok Öyle Kararlı Şeyler, Pera gibi topluluklar ve geldikleri nokta, bugünü bir şenlik havasında anmamıza sebep. Bu hatta çıkan son büyük topluluk, (şimdilik) Adamlar. Festivalleri açan toplulukken kısa sürede headliner oldular, sağlam adımlarla yollarına devam ediyorlar.
Özeti bu. Elbette isimlerle zenginleştirilebilir, örnekler artırılabilir. Bitirmeden önce, bu yazıyı, varlıklarıyla bize güç katan iki şahane insana armağan etmek isterim. Cahit Berkay ve Taner Öngür. Alkışlarım, rock memlekette filizlenmeye başlarken sahneye çıkan, bütün bir tarih boyu bu sahnede kalan ve yaptıklarıyla hâlâ gençlere örnek olan bu iki isim için. Elbette kaybettiklerimizi unutmadan, onları da sevgiyle anarak… Çok yaşasınlar!
Murat Meriç